11 Şubat 2011 Cuma

Kayıp Otoban

Hakan Arslanbenzer fayrap blogunda birtakım ithamlarda bulunmuş, yavşak olup olmadığımı açıklığa kavuşturmam gerektiğini söylemiş. Bütün gün dışarıda, iş güç gailesindeydim, okuyamadım. Google’da ön bellek görüntüleri de yok. Arslanbenzer iki yazı yazmış. Sonra ikisini de silip bir üçüncü yazıyı yazmış. Kayıp (Otoban) Metin’(ler)den dolayı muğlak bir durum var. Sis bulutuna karşı yazıyorum. Bana aktarılanlardan anladığım kadarıyla, Arslanbenzer bir bardak suda fırtına koparmaya çalışmış. Benim şiirpostası’ndan ayrılmama/çıkartılmama sebep olan olay 2004’te Ata Erbayav diye bir müsteara “liboş göt” dememdi. Arslanbenzer bunu Kitap-lık’la ilişkilendirerek hatırlamış galiba. Hatırladığım kadarıyla, o yıllarda Kitap-lık’la ilgili yazdığım yorum; genç şairlerin Kitap-lık’ın sonundaki özgeçmişlerine yönelik bir eleştiri ve yine genç şairlerin başka dergilerde yayımlanan şiirlerini künyesiz olarak gruba geçtikleri halde, Kitap-lık’ta, Adam Sanat’ta yayımlanan şiirlerini nal gibi künyeli olarak paylaşmalarına yönelik bir saptama ve dalga geçmeydi. Ötesini hatırlamıyorum, hafıza-i beşer de nisyan ile maluldür, başkaca bir şeyler çıkarsa da utanmam. Yine aynı postada 2001’de beğendiğim genç şairler olarak Bejan Matur ile Altay Öktem’i belirtmişliğim var. Gelişmekten, tekamülden de, geçmişten de utanmam. Alnım açık.
Bunları Hakan Arslanbenzer bal gibi bilir. 8-10 yıl sonra neyin hesabını niye sormaya kalkıştığını anlayamadım doğrusu. Tutturmuşlar bir Kitap-lık. Üstelik benim Kitap-lık’ta hiç şiir yayımlamadığımı iddia ettiğimi de yazmış herhalde. Kitap-lık’ta iki şiirim yayımlandı, ikisi de ikinci kitabımda var. Böyle bir atıp tutmaya kalkışmam için “yavşak” değil düpedüz aptal olmam gerekir. Neden böyle saçma, temelsiz bir iddiada bulunayım. Arslanbenzer kendi blogunu açıp bakarsa Kasım sonlarındaki bir tartışmada “dergisi kapanınca kitap-lık’ta şiir yayımlayan heves şairleri muhalif mi şimdi?” gibi bir yazısına yazdığım “heves kapandıktan sonra kitap-lık’a -henüz- şiir göndermedim, ama” diye başlayan, “kitap-lık’ta korsan mitinge burun bükmem” diye devam eden yorumumu görebilir. Bu ne demek; Ağustos’tan Kasım’a daha üç ay geçmiş, o “heves kapandıktan sonra Kitap-lık’a şiir gönderenler” arasında adım geçmiyorsa tesadüftür, henüz göndermemişimdir. Hoş, Kasım’dan sonra da göndermedim, son günlerde ise artık bu dergi ortamındaki dedikoduların verdiği bıkkınlıkla “dergilere elveda” dedim, hatta yazdığım bir şiiri de bu bloga koydum, yarın öbür gün bu kararım da değişir, gönderirim bir yerlere ya da delirir tek sayfa tek kişilik bir dergi çıkartırım. Hata, tutarsızlık kollamaya devam edin. Hay bin dergi ya, ıncık cıncık bütün duygularımın hesabını vermeliyim sanki. Üstelik heves’le ilgili söz almaktan yoruldum ve sıkıldım, sıradakine bakmak istiyorum, what’s the next yani, ama bir türlü bırakmıyorlar, sürekli gıdıklayıp ortaya çekmeye çalışıyorlar.
Bu Kitap-lık meselesi etrafında kopan fırtınanın büyük kısmı küçük oyuncuların ve azılı fesatların koşturmacası. Arslanbenzer de farkında mı bilmiyorum, o azılı fesatlardan biriyle işbirliği yapmış. O anadan doğma fesat ki, “Kitap-lık’ta birbiriniz hakkında yazdınız” der de, birbiri hakkında yazılarda Mehmet Öztek’in Ali Özgür Özkarcı’yı, Mustafa Bayram Mısır’ın da Mehmet Öztek’i sayfalarca kıyasıya eleştirdiğini nedense görmezden gelir. Kaldı ki, birbiri hakkında PR yapmanın kitabını yazmıştır bu azılı fesat ve etrafındakiler. “Sözümona eleştiri”rken nedense bir türlü esasa da gelemezler, yani yazıların içeriğine. Yoksa şairlerin, şiiri üzerine kafa yorduğu şair arkadaşları üzerine yazı yazmaları olağan bir şey. Yazının niteliğine bakacaksın; fesatlarınki gibi bülten yazısı mı, yoksa eğrisiyle doğrusuyla kafa yormanın ürünü mü? Geçelim. Hınç bunların tabiatıdır. Ağır Ol Bay Düzyazı’nın siyah sayfa uygulamasını kendilerine hakaret sayıp (“ne yani biz kötü şiir mi basıyoruz mesela?” deyip) Selçuk Yamen’e burunlarından soludukları bile vakidir. Bu işler öyle Serkan Işın’ın yaptığı gibi “biz her paylaşıma açıktık” tarzı sulandırmalarla açıklanamaz. Serkan Işın, sağlam adımlarla başladığı yolda PR uğruna, müşteri temsilcisi bulma uğruna, görsel şiir bir yana, 2000’lere bir yığın parazit hediye etmiştir. Sonuç: Geçenlerde “2004 yılından beri somut olarak görsel şiir ile uğraşan birkaç şairin başına gelenlerin incelenmesi, muhtemelen edebiyat/dışı sayılan tüm disiplinler için ilginç bir deneyim olacaktır, olmuştur. Bir şeyin devam etmemesini, onun hakkında fikir fikriyat üretilmesinin engellenmesini, ne bileyim, tartışılmasını bu kadar az isteyen başka kuşaklar olmuş mudur, bilmiyorum (var ve biliyorum gerçi).” diye yazmış sitesinde. Hahaha. Cümle bozukluğu bir yana (devam etmemesini bu kadar az isteyen (what?) / fikriyat üretilmesinin engellenmesini bu kadar az isteyen (what?) / tartışılmasını bu kadar az isteyen) ne demek istediği anlaşılıyor. Elinizden tutan, kolunuzu zincirleyen mi oldu? Bu saçmalıkları bugün doğanlara 20 yıl sonra yuttursun Işın. (Ha tabii, 2000’lerin tarihini yazmaya çalışan bizdik değil mi!) Poetikhars arşivlerinden bahsediyorlar bir de sıkça, Onur Kuzgun’un Suzan Sarı’ya yazdığı nefis yazıyı neden bulamıyorum? Başka nicelerini de. Bir el atsalar. Görsel şiir bugün ürünsüz reklam kampanyası gibi bir şey. Serkan Işın’ın yaptıkları var, Barış Özgür’ün yaptıkları var, diğer birkaç isim ise birkaç umut vaat eden çalışmadan öteye gidemediler. 2006’da Siyahi’ye yazdığım yazıda da görsel şiir bağlamında özellikle bu iki şair üzerinde durmuştum. Serkan Işın’a da biz sormasak gelecek kuşaklar soracak: “Hocam, iyi güzel de, yapıtlar nerede? Şarkdemir’inkiler mi, fesatınkiler mi, diğerleri mi... onlardan da, o şiir bilmeyen photoshopculardan da hayır gelmemiş ki sana!” Işın, keşke beş benzemez misali bir araya gelip sayfalarını (artık 16-16-16 düzeninde mi bilemiyorum) bölüştükleri Karagöz gibi dergilerdeki komşularına sorsaydı, görsel şiirle ne ilgileri olduğunu, samimi fikirlerini. Işın, “Aslı soruyu cevaplamamış” deyip duruyor ama cevaplanmayan soru Aslı’nınki. Kitaba gelmesine de gerek yoktu, Işın’ın Kitap-lık’ta şiirleri yayımlanmadı mı? Bu aklıevvel ve durumdan vazife çıkarmaya çalışan fesat, madem böyle bir cadı avı başlatmak istiyor, aynı soruyu yamanmaya çalıştığı (son kapı mı acaba?) Işın’a da sormuş mu? Soru bu kadar basit. Tabii en iyisi ahlak zabıtalığını bırakıp şiire gelmesi. Görünen o ki, Kitap-lık’ta şiir yayımlamanın yazdığını yayma dışında pek bir numarası yok ama Kitap-lık’ta yayımlayanları içeriğe bakmaksızın yaftalayarak kendine bir muhalif kimliği ısmarlamanın avantası bol. Kısa yoldan 15 dakikayı aşkın muhalefet şöhreti yani. Bravo. Fesatın, gelen yazılardan sonra “bir tane daha geldi” çığlıkları atması da (sessiz çığlık mı demeli, onun dilinden konuşacak olursak) manidar. Yazdıklarıma engel olamazsınız, ancak tepki verebilirsiniz, gibi bir şeyler de demiş. So what? Biz ne yapıyoruz? Burası internet demokrasisi, kim kime engel olabilir, burası fesatların krallığının toprakları.
Neyse, konu dağılmasın. Çok ilginç bir konu bu. Hiç istemiyorum dağılmasını. Eğri oturup doğru konuşalım; 2000’lerin paylaşım savaşını en önce en geridekiler başlattı. O azılı fesat gibiler yani. Küçük oyuncuların ve azılı fesatların adını anmam, onu geçiyorum. Bir telaşla hepiniz bu paylaşım savaşınızda muvaffak olmaya çalışıyorsunuz. Ne diyeyim, Allah kolaylık versin. İşin komik tarafı, savaşı bizim yaptığımız yönünde endişeli bir reklam kampanyası başlatmış olmanız. İşte buna gülüyorum. Çünkü şiirler ortada. Hata Devam Ediyor da ortada, Akasya Durağı da ortada, Nesnevi de ortada. Endişeye mahal yok yani. Durun, hemen alınmayın, sadece hepsi ortada dedim, hepsinin ortada olmasından bu kadar korkmayın, bunun üstünü laga lugayla örtmeye çalışmayın, açın şiirlere bakın.
Ha, ne diyordum? Hırs, haset, hezeyan, bunlar yeri geldiğinde epey kötü şeyler. Arslanbenzer kendi kendini durduk yerde niye dolduruşa getirdi, niye böyle “şerefli ikincilik” psikolojisine girdi bilmiyorum ama girdiği istikamette bir yanında o azılı fesat var diğer yanında heves artıklarının karayazılamaları. [Günahını almayayım; son mahalle kavgasında Karayazı’nın bana yönelik aleni iftiralarına karşı tavır almıştı Arslanbenzer (ne yalan söyleyeyim Enis Akın’dan beklerdim), minnet de duymuştum, ama sonra ne olduysa yine aynı kompartımana girdi. Arslanbenzer’in kendi deyimiyle “iyileri sevip kötüleri desteklemek”tir bu]. Zaten bize kızan, Karayazı’ya sarılıyor ya neyse, demirden korksam trene binmezdim. Allah selamet versin, ne denir ki, tepe tepe kullansınlar birbirlerini. Arslanbenzer bir taktisyen tabii. Ne zaman Fayrap’ın üstüne bir ölü toprağı serpilse bir heves kavgası (Allah Allah acaba neden başka dergi değil) patlatıp ekibini elektriklendirmeyi, şöyle bir silkinmelerini sağlamayı bildi. Gitgide kolaycılığa da dönüştü galiba bu taktiği; heves ölmüş, geride kalmış, heves’in ölüsüyle kavga ediyor bu sefer. Dirisiyle başa çıkamadı, ölüsüne karşı bir şansı olur belki, Allahtan ümit kesilmez.