18 Şubat 2011 Cuma

Osman Çakmakçı'nın yazısı - bazı noktalar

Katıldığım çok şey var Osman’ın yazısında. Hatta şimdi bir yerde oturup sohbet etmek ne güzel olurdu dedirtti. Ama ayrıldığım yerler de var. Hemfikir olduklarımı konuşmanın uyarıcı bir yanı yok, bu yüzden ayrıldıklarımı sıralamak istiyorum. Ancak bunlar, yorum olarak yazamayacak kadar uzun oldu, bu yüzden ekstra bir posta olarak yazıyorum. Alıntılar yapıp tepki vererek yazacağım.

“Sanat ve edebiyat tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar işlevsizleştirilmiştir bugün.”
--> İyi de buna sanat ve edebiyat özerkleşmiştir de diyebiliriz. Sanat ve edebiyatın siyasetin boyunduruğunda olmaması son derece sevindirici bir durum. Sanat ve edebiyat ne zaman dışarıdan “işlevsellendirilse” sanat ve edebiyat kaybetti, sonu kötü sanat ve edebiyat oldu. Bugünlere de 70’lerde sanatı kendisi için işlevselleştirmek isteyen siyaset ile geldik.
--> Şiirin iyi şiir olması için sadece siyasetin boyunduruğunda olmaması yetmiyor. İyi siyasi şiir ancak aynı zamanda şiirin, şiire neyi, nasıl yapması gerektiğini dikte edenlere karşı çıktığı koşullarda çıkmış.
--> Bütün bunları biçim-öz gibi bir soruyla ilişkilendirmek bana bizi sağlıklı bir saptamadan uzaklaştırıyor gibi geliyor. Başka kategoriler bulmak gerekiyor.

“Sanat kendini kapitalizme ve tüketim sistemine maalesef kaptırdı.”
--> Bu görüşe katılamıyorum. Sermaye bazı alanlarda at koşturuyor, ama o at koşturulan alanlarda sanat bulunamıyor. Kaptırma, neyin sanat olduğuna neyin olmadığına ancak sanat dışında bir sistem, örneğin siyaset veya ekonomi (sermaye) karar verirse olur. Böyle bir durum yok, sanatın tanımını halen sanat yapıyor. Modanın alımlanmasında veya reklam panolarında görülen sanat değil, sanatın uygulanmış hali. Eh oralarda bazen sanattan daha ileri bazı kullanımlarla da karşılaşıyorsak o zaman oturup hangi fırsatları kaçırdık diye kendimize sormamız gerekiyor, o başka bir konu.
--> Bunu dışında ne kaptırıldı, anlayamıyorum tam olarak.

“Devrimci sanat = kapitalizmin kafasını karıştıran” sanat
--> Sanat eğer sanat olmuşsa zaten bir tür devrim yapmış olmuyor mu?.
--> Kıstas sadece kapitalizmin kafasını karıştırmak olarak konduğunda hedef küçülmüş, kötü sanata yol açılmış, papaza kızıp abdest bozulmuş olmuyor mu?

“Eğer sanatınızın içinde yaşadığınız toplumun koşullarıyla organik bir bağı yoksa, ondan etkilenmiyor ya da ona karşı bir tepkiden doğmuyorsa bu sanat yapay olmaya mahkûmdur.”
-->Burada soru “toplumun koşulları” kavramını nereye kadar açabileceğimiz? Dilin ve düşüncenin olanaklarını irdelemek, toplumun değil insanlığın en eski sorunlarıyla ilgilenmek, siyaset dışındaki alanlarla ilgilenmek “toplumun koşulları”na dâhil mi değil mi? Eğer değilse ve bu durumda şiir yapaylıkla suçlanıyorsa bu dışlayıcılık demektir! Herkes siyasi bir şiir yazmak zorunda değil, bunun yargılandığı günleri çoktan geçtik çok şükür.
-->“toplumun koşulları”, “biçim-öz ilişkisi/diyalektiği” gibi formülasyonlar ister istemez aklım tedirgin edici biçimde 70’lerin “sanat sanat için midir, halk için midir?” sorusunun darlığını çağrıştırıyor bana. Tüm o yararsız tartışmaları tekrarlamaya ihtiyacımız olmadığını düşünüyorum.

“2000’lerle birlikte özellikle gençlerin şiirde deneysel ve biçimsel arayışlara daha pek yoğun bir biçimde yöneldikleri söylenebilir, ama bu arayışlar belli bir düşünsel ve poetik programın sonucu mudur, yoksa daha çok tesadüflere dayalı, rastgele ve hatta körü körüne midirler? Şiir öyle bir sanatsal alandır ki, hem gözü kapalı ilerleyeceksiniz, hem de nereye ilerlediğinizi bileceksiniz.”
--> Dönemler vardır ki, kendi dilini arar. 2000’ler de öyle bir dönemdi. Bu dönemde manifestolar da çıktı (yani poetik program), çıkmadı değil, ama her şair de öyle davranmıyor işte. Bu da dikte edilemiyor. Aynen “şiirin şair aracılığıyla kendini yazdığı” da oluyor, bunu da dehşet verici ilginç buluyorum. Hatta biraz daha ileri gideyim: Bir dönemin şiirinin olması için mutlaka iyi şiir olması bile gerekmiyor, bir dönüşümün kendini göstermesi yetiyor. Nitekim 2000’ler geri dönüşü olmayan bir dönüşümün yıllarıydı bence. Heves’te çıkan birçok tanınmış şairin şiirlerinin diğerlerinin yanında birden çok ama çok eski duruvermesi bunu gösterdi.

“içinde yaşanılan çağla (ve dolayısıyla önce toplumla, sonra dünyayla) anlaşılır bir ilişki içinde olmayan, hatta böyle bir ilişki kurmanın gerekliliğinin bile farkında bulunmayan bir şiir, yalnızca ve ancak kadük olabilir.”
--> 1) Ya bu ilişki anlaşılmaz bir ilişkiyse?
--> 2) Ya anlamanın kendisi sorunun kaynağı olarak görülüyorsa? Ve özellikle anlaşılmaktan kaçıyorsa?

Mesele şiirin/sanatın siyasi olması, olmaması değil, iyi olması.