13 Şubat 2011 Pazar

Domates

Tembellik aylarım bitmedi. Aslında çevremdekiler iyi bilir ki, çalışkan bir adamım. Şiirden bahsederken de kendimden nadiren bahsederim. Şiirden bahsederken kendinden bahsedilmesinden de çok hoşlanmam. (Hayır, feci derecede kendini beğenen bir adamım üstelik.) Yazılarımda öyle şeyler yoktur ama bu sefer tembellik aylarımın hüküm sürmesinin hatrına böyle yazacağım. Yani hem tembellik hem kendinden bahis.
Heves kapanınca bir saldırı olacağından adım kadar emindim. "Doğada boşluk yoktur" ne de olsa... O boşluk da çeşitli tartışmalarla doldurulmaya çalışılıyor işte. Türk Şiiri'nin bütün meselesi buymuş tribi yapmanıza bayılıyorum yani. Bugün çoktan kabul edip kaldırmış olmamız gereken bazı şeyleri neden tartışmamız gerektiğini anlamıyorum mesela. Bir kere kitap-lık'ın merkez olduğu filan yok. Adına ve isim seçimine takıp başka bir şeyini tartışmadığınız ŞMK'de söylemiştim: Enis Batur'a vurmak bile klişe. Batur şiir adına ciddiye alacağımız bir isim midir? (Belki sütte ne çok kan'la ya da koma provaları'yla. Arada üç beş şiir. Başka bir şey bulamıyorum ben kendi adıma.) O nedenle "kitap-lık'a mıydı pozunuz?" olaylarını da anlayamıyorum doğal olarak. heves'te yazarken kitap-lık'ta yazı yayımlamış birisi olarak konuşuyorum. Kitap-lık'ın merkez/iktidar olduğu sayıltısından vazgeçin, masayı boşuna işgal etmeyin.
Bir başka mesele de Osman Özbahçe. Bu sayı (14) Karagöz'de heves ile fayrap'ın nikahını Ahmet Güntan üzerinden kıymaya çalışmış. Birbirimizden çok hoşlanmasak da (ve hatta işi soyadımla dalga geçmeye götürecek kadar terbiyesizce davranmış olmasına karşın) ben Hakan Arslanbenzer'e karşı belirli bir mesafede duran birisiyim. Yani doğrusuna doğru, eğrisine eğri diyebilecek kadar mesafede. O nedenle rahat konuşuyorum. (Belli ki Özbahçe o mesafeyi kaybetmiş.) Hakan Arslanbenzer dergicilikten anlayan bir adam. Bu numaralara gelmeyecek kadar olayın farkında ama ben de Hakan Kalkan'dan, Esma Toksoy'dan bir şey olmayacağının, olmadığının farkındayım. Onlardan bir şey çıkmayışının üstünü dergicilik taktikleriyle kapattığını görüyorum. Özbahçe, yazılarından okuduğum kadarıyla şiirden az çok anlayan birisi. Madem öyle neden heves'le fayrap'a nikah düşürmeye çalışıyor? Buna çoluk çocuğun bile güleceğini bilmiyor mu? Biliyor şüphesiz. İki rakibini birden aynı potada eritmek gibi berbat bir taktiğe başvurmasına gülüyorum ben de o halde. Özbahçe bununla da yetinmiyor. Serkan Işın'ın peşine takıyor bütün heves'i. Serkan'ın gittiği yolları heves'in izlediğini söylüyor. Artık Özbahçe'nin şiir bilgisinden şüphe edebiliriz. Mesela bilmediği konularda (Enis Akın'ın Hilmi Yavuz'a yaptığı eleştiriden sonra dergiyle ilişkisinin kesilmesi gibi.) konuşmasını şaşırtıcı bulmuyorum. Her insan hayatta en az bir kez bilmediği bir konuda konuşmuştur ama ne bileyim yanında hava atmak istediği biri falan vardır herhalde. Neyse Serkan'ın şiirsel atılımını keyifle ve dikkatle izleyen birisiyim. Birçok konuda uzlaşamayabiliriz, gerek de yok o klişeyle. Ama Serkan'ın "yüzey şiir"den bu yana yaptıklarını düşünüyorum da oradan (Serkan'ın kendisi dışında) bir kanal açıldı mı hiç emin değilim. Görsel şiir önemli bir çabadır, eyvallah. Durup düşünelim, kendi metinlerini çıkarabildiler mi? Hayır. Barış Özgür için "olmaz" dediğimde o zaman heves'in editörü olan arkadaşlar kızdı bana. Onların da eline sağlık. Bu bahsi uzatmaya gerek yok.
Heves'e vurmak için karayazı'ya sarılmayı da saçma buluyorum. Ben zaten Karayazı'yı neredeyse tamamen saçma buluyorum. Yani zaten Mehmet (Öztek) onlara detaylıca bir yanıt vermişti, bir tur daha üstünden geçmeyelim. Dümdüz oldu adamlar zaten. "alelade" (heves, XVII) gibi bir şiirden sonra "Tamirci Çırağı" (karayazı, sayı: 3) gibi bir şiir yazan Ersun Çıplak'ın ödünç algı filan demesinin ilertutar bir yanı yok. "Tamirci Çırağı"nda kullanılan teknikleri daha önce Enis Akın ve Aslı Serin'in de kullandığını bilen biliyor, bilmeyen karayazı'nın numaralarını yutuyor. Yazarlara söylemediklerini söyleterek, ödünç algı filan deyip çamur atarak yazanlara Enis Akın ya da Necmi Zeka'nın neden tepki vermediğini (Aslında Akın kısmen verdi sayılır. Anti-kariyerist manifesto yayımlayacaktı. Kaldı sanırım o iş?) merak ediyorum kendi adıma. Çünkü onları önemsiyorum, saçmalamaları değil. Kısacası: Karayazı? Geçiniz.
Buna değinmesem olmaz. Neden olmaz? Canım istiyor ondan. Hakan Arslanbenzer'in son dönemdeki iki tespitine katılıyorum: 1) Türkiye'de şairler orta ve alt-orta sınıftan gelmenin ve kültürel olarak oraya ait olmamanın belasını hep yaşamışlardır. (Bu, ayrıca tartışılması gereken bir şey.) 2) "Zaten hevesçiler her zaman öyle ya da böyle bir ekip görüntüsü vermekten kaçındılar. Birlikte göründüler ama ekip olmayı reddettiler. " demiş. Büyük oranda haklı bence. Ama farklı bir yerden. Ben heves'in tam anlamıyla ekip olmayı beceremediğini düşünüyorum. Yani red, değil de dinamikler, kişilikler, olaylar ona izin vermedi gibi. Neyse, heves editörleri benden daha iyi yanıtlayabilirler belki bunu. (Sanıldığının aksine heves bence editörlerinin çabasıyla yürüyen bir yayındı. Ekip değillerdi yani. Örneğin ben Burak Acar'ı hayatımda iki kere gördüm, birinde on beş dakika.)
Heves, fayrap, karagöz, mahfil. Dördünü bir potada eritenlere hep savaş açtım. Dördünü de önemsediğimden. Yunus Nadi Ödülü almış 60 yaşındaki amcalara veyahut heves'e bir şiir gönderip mevzuyu çözdüğünü sanan gençlere (valla, lafım sonatçılara değil, o kendini biliyor) de... Konu şiir olunca afedersiniz babamı tanımam, zaten benim babam şiirden anlamadığı için edebiyat dergisi okumuyor. Çok modern geliyormuş ona mevzular ve şiirler. Reddin de mantığı olur, yoksa onu buna ekle, bunu buna koy mantığıyla pazardan domates dahi alınmaz.