28 Şubat 2011 Pazartesi

İLK ve SON

Son günlerdeki kahpece saldırılar hakkında ilk ve son kez yazıyorum. Neden ilk ve son? Bunu anlamamak için gerçekten de internetten çakmamak gerekiyor. İnternet adeta bir kara delik. Onunla kavga edilmiyor. İnternet çıktı; herkes şair, herkes yazar, herkes faşist, herkes solcu. Birbirini asmak kesmek serbest. Bu yüzden bir kere söz almak kafi, sürekli cevap vermekse nafile görünüyor. Neden ilk ve son? Neden bir hiddet, bir öfke bir kere yumruğunuzu salladığınızda yavaş yavaş azalması gerekirken, bir türlü “boşalma” sağlamıyor. Çünkü eğer fırsatçılık söz konusuysa, hiddetin, öfkenin, salyanın önünü alamazsınız. Özellikle son günlerde Ömer Şişman bahsinde gelişen olaylar, yapılan yorumlar bu fırsatçılığın bir göstergesi.
Bu yüzden ilk ve son rötuş.
Çünkü tartışılan hiçbir şey yok, sürekli demagogları dinliyoruz. Hiç fırsat kaçırmıyorlar, hemen her şeyin üstüne atlıyorlar. Bu iş fırsatçı röntgencilerin önünde olunca maalesef bu hale geliyor.

Nazmi Cihan Beken - Denge Esentürk

İkisine bir başlık yeter. Cihan’ın karışıklıktan hoşlandığı kesin. Kendisi heves’in son sayısında yapılan oturumdan uyduruk bahanelerle ayrılmasına rağmen; söyleşmeye dahi yanaşmadığı kimi arkadaşlarını müthiş bir hızla tavlamışa benziyor. Cihan her “iktidara karşıyım”, “kavganızı sikeyim” dediğinde, ben “hepinizi yerim” diye anlıyorum. Kimin kimi yiyeceği... işte orası başka mesele...
Artık eminim, Cihan feci şekilde kariyerist. Her kariyerist gibi, yanağını kim okşarsa, onu seviyor. Cihan’ı hiç inandırıcı bulmuyorum. Haklı bir yanı da yok. Ona destek verenleri de anlamıyorum, destek çıkmalarına neden olan argümanları da. Mehmet Davut’un videosuna bakınca, orada Cihan’a bir sataşma görmüyorum. Vaka, Cihan’ın canı istediği zaman, herkesin onu mahvetmeye yönelik komplolar yaptığına dair histerisi. Cihan’ın bu kadar kendini önemli hissetmesi, beni hiç ilgilendirmiyor. Ortada da öyle bir şey yok zaten. Sadece 22 yaşında Mülkiye’de okuyan biri. O kadar. Neticede her ikisinin kitabı da bir ay içinde pan/heves’ten çıkacak. Sırf bunu hatırlayınca bile, Cihan’ın Mehmet Davut Özdal’la kavga ederken konuyu çektiği yeri neden ciddi bulayım?

Denge ise bloga cevap hakkı için geldi. Oysa ona önceden bloga gelmesi teklifi yapılmıştı. Kendisi vakitsizliği öne sürerek reddetmişti. Kararına saygı gösterdik. Ama kendi kuşaklarından bir arkadaşı oturumlarıyla ilgili bir laf söyleyince cevap hakkı için hemen vakit bulabildi sağolsun. Ömer meseleyi önce kendi aralarında halletmeye çalışmalarını, akbabaların kapıda beklediğini söylemiş üstelik. Netice; Mehmet Davut bir açıklama yapma, ek yazı yazma gereği duymamış, Denge de cevap hakkını kullanmış. Bir de pişkinlikle, horoz mu dövüştürüyorsunuz diyor. Ulan o zaman niye bloga girip cırmalamaya çalışıyorsun. Horozluğa niye bu kadar talipsin. Cihan da sen de ezberden konuşuyorsunuz. Siz her iktidar dediğinizde; benim açımdan hiçbir şey anlatmış olmuyorsunuz. Yazdıklarınız başka konuşuyor, ağzınız başka. Çünkü bir şeye inanmadan, iktidara karşı olunmuyor. İki kere iki dört. Allah yolunuzu açık etsin!

Hakan Arslanbenzer

Sonunda büyük balığa gelebildik. Arslanbenzer, Mümtaz’er Türköne gibi bir şey. Her şeyi bildiğini sanıyor. Sorunları sürekli burjuva siyasetine tahvil etmeden, onunla benzeşim kurmadan halledemiyor. Türkiye’yi hâlâ 28 Şubat’ta politikayı bıraktığı yerde sanıyor. Bıraktığı yer diyorum, çünkü Arslanbenzer siyaseti, politikayı 28 Şubat’ta bırakmış gibi görünüyor. “Kırmızı şerit-mütedeyyin halk” ayrımı. Bu ayrım Arslanbenzer’in hoşuna gidiyor. Bunu da Tayyip’ten öğrendi herhalde. Tayyip’in işine yarıyor diye kendisinin de işine yarayacak zannediyor. Sürekli iki kutup üzerinden inşa ediyor söyleyeceklerini.

Burjuva siyaseti mi demiştik? Otuz senedir kâr sahiplerinin yarattığı plütokrasinin bazılarının hoşuna gittiği belli. En başta Arslanbenzer bu göreve talip. Yani arkasından büyük kitleler koşturamayacaksa da, bu yolda mahallesinin çöplüğünde ötmek istiyor. 28 Şubat’tan bu yana yürütülen laik/anti-laik; sahildekiler-iç bölgelerdekiler ayrımını edebiyata uyarlama gayretinde. Arslanbenzer’in siyaset görgüsüne bakınca, yazdıklarının bir iflasa dönüşmesini doğal karşılıyorum. Arslanbenzer illa ki Mehmet Barlas’ın karşısına Emre Kongar’ı oturtacak. Politikadan anladığı bu kadar. Popülizm sosuna bulandırılmış kovboyculuk. Slavyonofillikten aşırma halkçılık tedrisatı. Ne hoş. Sıkışınca “Ben Müslümanım” diye sıyrılıyor. Bana mı Müslümansın, bundan bana ne?

En feci yanılgısı ise, kendisini herkesten hesap soracak bir iktidar zannetmesi. Malum trafik polisi ya da ne bileyim şişman savcı edası. Yok Kitap-lık’a neden şiir gönderdiniz yok bilmem ne. Arslanbenzer bizim sana verecek bir hesabımız yok. Sen bir otur bakalım yerine.

Arslanbenzer, doğru söylüyor, onu tanımıyorum. Ama tanışmadan bakınca, Mecidiyeköy’de metrobüs zamları protesto edilirken, kültür ofislerinde yapılan halkçılık anlaşılmıyor. Bütün bunlar olurken; gençler, kadınlar orada dayak yerken, Arslanbenzer ofisinde “Oğuz Atay insan sever miydi, sevmez miydi” sorusunu tartışıyor. TV’lere filan çıkıyor.

Madem sermaye ile işbirliğinden bahsediliyor;

-Arslanbenzer çıktığı TV kanalının hangi kredilerle, hangi iktidar yalakalığıyla varolduğunu hiç soruyor mu kendine? Yoksa, Arslanbenzer AKP’nin hormonlu TV’lerine çıkınca bunun adı halkçılık mı oluyor?
-Ömer Şişman dergilerden dahi çekildiğini söylemiş önceden (o üzerine balıklama atladığın Murat Yalçın’la çay içmişliğinden de önce!); ama bu da Arslanbenzer’i kesmiyor. Sahi sen bizi kesiyor musun Arslanbenzer? Sen kırmızı halıda halkçı bir adamsın tabii. Davet edildiğin Cumhurbaşkanlığı köşkünden mi söylüyorsun bunları bize? Sen de hemen defans yapma şimdi, “Orada kendimi savunmak için, kendi düşündüklerimi iletmek için vardım” diye, ya da “Pembe incili kaftan meselesiydi” diye. Sen kralın dizinin dibine gelmişsin, ne yapsın senin dediklerini... Köşke çıkmak ne zamandır halkçılık oluyor. Sen en iyisi mi kırmızı halıda Derya Önder’i de tak koluna, hadi koçum herkes kendi yoluna!
-Mart 2003’ten beri (94 sayı) Tayyip’in aylık bültenini yayımlayan, AKP’ye ajanda hazırlayan kim? Arslanbenzer&Safi’nin Büyükharf Yayıncılık’ı!
-Ciner Grubu’nun sponsorluğunda “Yoksulluk ve Sanat” Eserleri Müzayedesi düzenleyen kim? Elbette Arslanbenzer&Safi! Yoksulluk ve Sanat Müzayedesi! Vay, süper! Yoksulluğun müzayedesi nasıl oluyor acaba? Popülist kültürün tohumları böyle mi atılıyor? Yoksulluk Müzayedesi’ymiş... “Sanat baygınlığına son” diyordu di mi Arslanbenzer?
-AKP iktidarında, Kültür Bakanlığı’na “Yirminci Yüzyıl Türk Şiiri”, “Süsleme Sanatları Katalogu” vs en az 7-8 yayın hazırlayan, Diyanet Bakanlığı’na “Anadolu’da Kültür ve İslam Medeniyeti”, Ulaştırma Bakanlığı’na “Demiryolu Sevdalısı Mustafa Kemal Atatürk” (paranın gözünü seveyim, kime neyi yaptırıyor!) kitaplarını hazırlayan kim? Arslanbenzer&Safi!
-Türkiye Yardımsevenler Derneği’nin “Yardımseverler” dergisinin sorumlu yazı işleri müdürü kim? Eren Safi! Yayın danışmanı kim? Hakan Arslanbenzer! Yardımseverliktendir herhalde buradaki katkıları da. Yardım dostları sizi!
Atladıklarım, gözden kaçırdıklarım da vardır
.
(Bütün bunlar için bkz. buyukharf.com.tr)

Sıkıştığında esrariliğe sığınan bir yüksek ahlak çıtası koy ortaya; sonra her önüne gelenin ahlakını sorgula, ama AKP’yle akçeli işler yap! Vay be! Ondan sonra da Eren Safi millete “kariyerci, ajansçı vs” desin. Ajansın kralını kurmuşsunuz; kendinizden bahsediyorsunuz herhalde. Şimdi Arslanbenzer bana “devleti kapitalistlere tercih ederim” ayağı yapmasın, Ciner grubunun sponsorluğunu hatırlatırım!

Arslanbenzer herkesin dergisi hakkında saçma sapan konuşmayı kendine hak sayıyor; ama,

-Hazcı dendi mi, hemen heves diye bağırıyor; Murat Menteş gelmiyor nedense aklına. (Sonra da “daha çok patlağınız çıkacak” diyor. Gel de gülme. Murat Menteş’ten Hakan Şarkdemir’e kadar bir dünya adam nereden, kimin koynundan çıktı?)
-Liberal dendi mi, hemen heves diye bağırıyor; taraf’gir Cihan Aktaş gelmiyor nedense aklına.
-Cahillik dendi mi, hemen heves diye bağırıyor; ama Melek Arslanbenzer’in Mehmet Öztek hakkında anarşist (anarşizan) şair deme bilgiçliği, düzyazı çocukluğu olarak geçiyor kayda. Kavramları bilmeden konuşana ne söylenebilir.
-Konformizm dendi mi, hemen heves diye bağırıyor; ama Eren Safi şiirinde türkleri blackberry ile dağa çıkmaya çağırırken, halkın bağrından kopan şair oluyor.
Bunlara ancak Türk Halk Konformizm Ordusu denebilir. Heves’in şairleri bir dergide şiir yayımlayınca sermaye-banka uyumuna tâbi oluyorlar, ama Arslanbenzer Kültür Bakanlığı’nda ihale kapmak için sıraya girince “halk için” yapmış oluyor. Kılavuz gibi “snob” bir dergi, fayrap’ın siyasi şiir için düğmeye basması oluyor. Sola küfretmek için, klasik Jakoben karşıtlığını, sol-liberal argümanları kullanıyor. Bunları bu memlekette gerçek namusun “sol” olmasına katlanamadığı için yapıyor. Sonra soruyor “Türkiye’de Kültürel İktidar Solda mı” diye... Yok sağda mı? Diyelim ki sağda. İşte “senin sağının” iktidarı böyle oluyor. Vicdan, namus hak getire... En fazla iktidarın yalakası olup, Çankaya köşküne çıkmak oluyor.

Bunun için de vesayet rejiminden başka karşı çıkacak bir şey bulamayanların ağzıyla konuşuyor. Bu bakışıyla, bu pratiğiyle fayrap dergisinin bakış olarak “birikim”den farkı yoktur. Birikim de yeni solculuk, yeni devrimcilik, yeni Marksizm çerçevesinde esip gürlüyor ama sokağa çıkmayan her siyasi hareketin nafile olduğu tarihin bir yerlerinde yazıyor işte. Tarih çocuğu olduğunu söylüyorsun, bunlara da bakarsın artık.

Şimdi olayı bir özetleyelim:
Arslanbenzer fayrap blogunda “heves muhalif mi” diye saçma sapan bir yazı yazdı. Ömer cevabını verdi. “Ercu’yu yemleme” dedi.
Aradan iki aya yakın bir süre geçti. Ben burada “Öyle Bir Geçer Zaman ki” dizisiyle ilgili bir şey yazdım. Hakan Arslanbenzer yazıyı ben yazdığım halde sanki Ömer yazmış gibi üstüne atladı, “Ömer Şişman şöyle demiş Ömer Şişman böyle demiş...” diye. Ben o zaman dedim, aha bu adam Ömer’i kafaya taktı bu sefer, gözü kararmış, yeni hedef Ömer. Daha sonra düzeltti gerçi, ama halen yazının bir yerinde Ömer Şişman diye duruyor. Böyle gözünün önündekini doğru okuyamaz adamla muhatap oluyoruz maalesef. Ya da bilinçaltı devreye girmiş mi demeli?
Aradan biraz daha zaman geçti. Derya Önder twitter’da iki twit girdi. Aslı Serin, ona bir cevap verdi. Sonra ben de verdim.
Arslanbenzer bu olaya da sazan gibi atlayarak bir yazı yazdı ve konuyu Ömer’in iki ay önce verdiği cevaba getirdi. Yeni anlıyor herhalde dedik. Jeton çok geç düşüyor malum. Ömer’in yavşaklığı neymiş halen belli değil. Arslanbenzer önce Zekeriya Öz gibi yalanlarla girdi, sonra utandı ve yazıları kaldırdı, ardından da suçunu örtmek için Tayyipvari “biiiiiz ipimizi cebimizde taşıyoruz” söylemine büründü. “Ömer, Silivri’ye!” diye pankart da açarsa tam olacak!
En sonunda da işi Eren Safi’yle beraber cihat çağrısına kadar getirdi. Arslanbenzer şunu bilmeli; puştluğun müslümanı hıristiyanı, ortodoksu hanifisi olmaz.
Konunun kitap-lık’ta şiir yayımlama meselesi olduğunu sanan geri zekâlılar var mı bilmem. Koç grubuyla işbirliğiymiş. Korsan Miting’miş. O lafa itirazın vardı da neden iki ay yutkundun Arslanbenzer! Sen bize hesap soracağına AKP’den cukkaladıklarının hesabını ver önce!
Ömer Şişman’a on sene sonra yavşaklık ve dalkavukluk payesi verilmez. Cihan’ın frankenştayn olduğunu bir saniyede çıkaran, cin akıllı olduğunu iddia eden biri, bir adamı on yılda tanıyamadım ayaklarına yatamaz. Belli ki bu bir taktikti. Konjonktür değişti. Fes düştü. Bize ne senin kiminle ittifak edip etmeyeceğinden.
Madem dalkavukluktan bahsediyoruz, Ömer’in iki satırlık yorumundan çıkardığın bu sıfat; fayrap dergisinde “Ahmet Güntan’a doğum günü armağanı” yapan sana; Güntan’a oturum düzenleyen sana, çok daha fazla yakışıyor.
Aynı şekilde vaktiyle Osman Konuk’un da üstüne titriyordun. Sonra baktın onu gönlünce kullanamıyorsun, adam kullandırmıyor kendisini; fayrap blogta Osman Konuk aleyhine bir yazı yazdın. Niyetin herhalde kamuoyunu yoklamak, kendi cephende Osman Konuk aleyhinde bir rüzgârın tohumlarını atmaktı. Nabızları yokladın. Ama sonra o yazıyı da kaldırdın tabii. Biliyorsun ki Osman Konuk’la çarpışmak senin haddin değil, çünkü ilk fırsatta harcanırsın!
Bunları insanları manipüle etmek için yapıyorsun tabii. Yapılan haksızlığın Ömer Şişman’a mahsus olmadığı da ortada. Ama neden Ömer Şişman? Ömer’in yazdığı iki kitaba bakarak söylüyorum bunları. Zor geliyor, paçalar sıkıyor. Arslanbenzer’in Ömer’e yaptığıyla; Onur Caymaz’ın Ahmet Güntan’a söyledikleri arasında hiçbir fark yok. Senle Caymaz sütkardeşisiniz, orası belli. Gelelim işkembe kardeşin Eren Safi’ye... Ne yalan söyleyeyim, Safi’den ne zaman bir şeyler okusam, bir barda bir elini bara dayamış konuşan bir adam beliriyor gözümün önünde. Seni gidi Clubber İslamcı seni. Bar fedaisi kılıklı heriften cihat çağrısı... gülünç... ne menem bir postmodern zırvalığa düştük yarabbim... Eren Safi bundan daha üç ay önce, “Ömer’e bir şey söylenmişse tartışmayalım, hatta direkt dövelim” gibisinden yazıyordu. Şimdi ne değişti de Safi, “Profesyonel mazlumlar beni ilgilendirmez,” diye caka satmaya başladı. Siz iki işkembe iş kardeşinin “profesyonel dönek” olduğu, ayan beyan ortada.

Peki, esas soruya gelelim: Hakan Arslanbenzer kime konuşuyor? Bütün bunları kime anlatıyor? Heves’i sevmeyen dünyanın geri kalanına heves’in Koç yalakası (?) olduğunu anlatmak değil herhalde derdi. İçimizden bazılarını yolumuzun yol olmadığına ikna edip kendi yoluna kazandırmak da değil herhalde. Ne kamuya ne bize konuşuyor. Kime konuşuyor olabilir? Elbette kendi omuzdaşlarına. Eren Safi ne demiş: “ben müslümanım. hakan arslanbenzerle de kardeşim. bir kafir veya kafirler varsa çevrede bilelim. bizzat kabak gibi oyacağımıza şerefim üzerine yemin ederim. ben müslümanım ama işte vıkvık, diyenlere de söylüyorum çenenizi kapatın. hakanın koyduğu hüküm sondur, kesindir.” Üç kuruş politika bilen, politik okuma yapabilen biri içerdeki genç subayların rahatsız olduğunu ve bu sözlerin onlara yönelik olduğunu anlar. “Haksızlık edip etmediğimizi sorgulamayın lan, burada bir cepheyiz, biz müslümanız, onlar kafir” demeye getiriyor Eren Safi. Çatırdayan, çöküş içersindeki örgütlerdeki klasik söylem biçimlerinden biri; solda da sağda da nice örneği vardır. Böyledir. Örgütlerde, yapılanmalarda ajitatör bazen kadroya seslenir, “uslu durun” der. Arslanbenzer de sürekli mazlum edebiyatı yapıyor, bunda da “Müslüman olmak” analojisi yapmadan edemiyor. Bir sonraki adım da cihat çağrısı oluyor. Mevzu nedir kendiniz bile bilmiyor, izah edemiyorsunuz. Yok biz çok şişiniyormuşuz da, ben ben ve den den diyormuşuz da indirmek gerekiyormuş. Sanki yüzyıldır ben ben ve eren eren diyen Arslanbenzer değil! Şu yalandan suçlamalara bak. Duyan da sanki milli mücadele kahramanı Gazi Hakan Paşa sanacak. Sıkışınca işi “Vatan elden gidiyor”a çekiyor Arslanbenzer. Hakan Arslanbenzer “ağır müslümanım” da demiş. Aslı’nın belirttiği teşekkürleri, tebrik telefonlarını kabul ederken de ağır Müslüman mı acaba? Hakan’ın mantalitesine göre; Ömer de Ergenekon sanığı gibi bu durumda. Günlerdir ardarda yazılara, bütün o suçlamalara sebep olan şey neymiş belli değil. Kitap-lık’ta şiir yayımlayan arkadaşlarını onaylaması ve kendisinin de şiir gönderebileceğini belli etmesi mi? Korsan Miting benzetmesi mi? Güldürmeyin Allah aşkına. Ahmet Güntan’ın Parçalı Ham’ını övmesi mi? Yapmayın Allah aşkına. Ömer farklı cephelerden gelip birbirinizden nefret etseniz de saldırmakta ittifak kurduğunu söylüyor, bunu da başka yere çekiyor Arslanbenzer. Ne yani, o saldırılardan sonra Derya Önder hapasa “harslanbenzer haklı” diye twitler girmemiş mi, Arslanbenzer tebrikleri kabul etmemiş mi, burası belli. Bu nasıl bir vicdansızlıktır, nasıl bir allahsızlıktır, anlayan beri gelsin. AKP’yle somut işbirlikleri yapan sen, Ömer’i sırf kitap-lık’ta şiir yayınlamayı onayladığı için Koç grubuyla işbirliği yapmakla suçla; Ömer seni bu saldırılardan ötürü Derya Önder’le, Serkan Işın’la çıkar ortağı sayınca olay olsun. Yok ya! Yok öyle yağma! Ömer’in bunca kumpas, bunca işbirlikçi haince saldırı karşısında yazdığı tek yazı “kayıp otoban”a bakın da utanın. Kendisine haftanın yedi günü fayrapblogta olsun facebook gruplarında olsun “yavşak, dalkavuk” diyen Arslanbenzer’e internetsemaları blogunda gelen küfürlü yorumları silen, modere eden Ömer’den iki gram racon öğrenin hiç değilse. Bakın ben de bu yukarıdaki satırlarda Ömer’in dalkavukluğunu yapmış oldum! :)
Böyle iyiyiz değil mi?

Ömer de tabii fazla iyi niyetli canım. Net olmaktan korkmadı, başına bela aldı! Deseydi şöyle “parçalı ham 2000’lerin en önemli şiir olaylarından biri”, kimse kıyameti koparmayacaktı. Ama yuvarlak konuşmayıp “2000’lerin en önemli şiir olayı” dedi. Sense cevabında “o da vardır bu da vardır” diye resmen geveledin. Neden bu net’liğe bu kadar hınç duydun.

Okuduğunu anlamaktan aciz Arslanbenzer şimdi de Erhan’ın ayrım gözetmeden ortamı eleştirdiği yazısını dalkavukluk telakki etmiş. Bu dinmek bilmez öfkenin, sinir krizinin, hezeyanın sebebi ne? Hakikaten merak ediyorum. Eren Safi “karşı taraf tırnaklarını kemiriyor” filan demiş. Burda tırnaklarını kemiren yok. Hayrola diyor, anlamaya çalışıyoruz. Sizin orda, içerde bir depresyon var gibi gözüküyor. Böyle bir saldırı tufanı olmasa üstüne düşünmeyecektim. Beni Fayrap’ın iç meseleleri hiç ilgilendirmiyor. Ben fayrap okuyorsam, üç kişi için okuyorum. Ali Akyurt, Fazıl Baş ve Mesut Bostan için. Varsa, Elyasa Koytak’ın ve İsmail Kılıçarslan’ın şiirleri için. Eren Safi’nin bir şiir yaşamı olacağından şüpheliyim. Arslanbenzer ise kendini “düzyazıya kaptırdı”. Yemezler. Arslanbenzer on yıldır şiir yazmıyor. Yazdıkları da ortada. Başarısızlığını “ben tezkire yazıyorum” diye yutturmaya, geçiştirmeye çalışıyor. “Benim şiirler fildişi kuleden tamamen indiğimin göstergeleri olarak okunabilir. Bunlara artık şiir gözüyle değil, bir tavsiye, bir dikkat çekme, bir tezkire olarak bakılmasına razıyım. Bir etkileri olacaksa, sanat baygınlığı içinde olmayacak.” diyor. Allah Allah, Arslanbenzer durduk yerde Parçalı Ham manifestoyu niye özetledi ki diyor insan! “Sanat baygınlığı yok” dediği şiirin dizeli şarkı sözü olması da başka bir hadise. Sonra da utanmadan sıkılmadan, “on yıl sonra görüşeceğiz, birebir markaj” diyor. Randevu talebini yazdık bir tarafa, koçum. Hakan Arslanbenzer’in on yıl önce bir şiiri vardı, bugün yok. Bugün sadece konuşuyor. On yıl sonra ne olacak? On yıl sonra da halen konuşup konuşmadığına ve şiire tekrar kavuşup kavuşamadığına bakarız. Şimdi sen her zamanki demagogluğunla bu AKP işbirlikçiliğinin filan hesabını vermeden cımbızla bir şey çekip oradan yazarsın cevabını. Yaz. Biz senin, içinde bulunduğun örgütü hayatta tutmak, iç hesaplaşmalardan kaçmak, o hesaplaşmaları unutturup erteletmek için kurnazca ortak düşman yaratma oyunlarına, ana muhalefet arayışlarına güler geçeriz. On yıl sonra görüşürüz. Yalnız unutma; bir şiir ancak başka bir şiire kan kusturabilir. Markaj mı dedin, elinden geleni ardına koyma! On yıl sonra görüşürüz atlı kovboy. Hadi Gül’e Gül’e.