27 Şubat 2011 Pazar

Hırgür

Bir hırgürdür gidiyor.
Bir tarafta şiir üretimi var, diğer tarafta yeni şiirin yerine oturtulması çabaları. Bu ikincisi önce yeni şiir değil de şairlerin yerine oturtulması çabasına dönüşüveriyor, ardından da şairlere oturtulması çabasına. Argümanlar da hızla nesnellikten kişisel saldırılara kayıyor. Dergilerde, bloglarda, yıllıklarda, kitaplarda.... Kimi kabaca yapıyor bunu, kimi araya sıkıştırarak. Diyebilirim ki yapmayanı çok az.
Tüm bu çaba tabii ki edebiyat tarihine biçim vermek ve onun içinde de yer almak için veriliyor ama uzaktan görünen sadece bir toz bulutu ve enerjisini bu yolda heba eden insanlar. İşin tuhafı bol miktarda enerjisini buna harcayıp üretim yapamayan ve tam da bu yüzden edebiyat tarihinde yer alma şansını azaltan şairler var ortalıkta. Üretim yapamadığını bu yolla kapatmaya çalışanlar ayrı. Ve ayrıca bu kavgalı ortamı kendi basit siyasi ve/veya narsist çıkarları için kullananlar. Yeteneksiz futbolcu faul yapıyor, eh hele böyle ortada hakemin de bulunmadığı, daha doğrusu hakemin en aşağı bir on yıl sonra geldiği bir durumda...
Genç kuşağın düzeysizliği veya cahilliği gibi açıklamalar olguyu açıklamıyor, sadece düşünceyi tıkamaya yarıyor. Evet, galiba eskiden kavgalar daha argümanlı ve düzeyli imiş. Örneğin bakıyorsunuz, İkinci Yeni’ye saldırmayı kendine iş edinmiş Asım Bezirci, her ne kadar sabit fikirli ve dar bakış açılı olursa olsun genelde savlarını kanıtlarla desteklemeye özen göstermiş ve kendisinin başkalarına karşı kullandığı deyimiyle çelebi bir insanmış. Attila İlhan’ı kendine özgü bir fenomen olarak kapsam dışı tutarsak gerçekten de saldırılarda pek bel altı vurulmamış gibi görünüyor. Peki ama ne oldu da bu durum değişti? Her şey kötüye gidiyor türünden kültür kötümseri açıklamaların bir işe yaramadıklarını biliyoruz. Bir başka olası açıklamayı: bir biçimde gençlerin dizginleri ele aldıkları, ancak bizdeki gibi tartışma kültürünün de eksik olduğu bir şiir ortamında, baş edemedikleri enerjilerinin sonunda bu saldırganlığa yol açtığı türünden diğer bir prefabrik açıklamanın da bence bir geçerliliği yok.
O zaman soruyu şöyle sormak gerekiyor bence: Nedir genç şairleri böyle gergin yapan?
Belki tepki çekeceğim ama benim aklıma bir otorite, bir makam eksikliği geliyor. Kastettiğim tabii ki devlet baba gibi bir otorite değil ama karşı çıkacak, onun tarafından ciddiye alınıp etkilenecek ve karşı çıkarak da olsa (ve farkına varmadan) onun tarafından da biçimlenilecek bir otoritenin, makamın eksikliği. Şiir, siyaset ya da din gibi sistemler tarafından belirlenmiyor artık. Sanat o hep hayali kurulan özerkliğe kavuşmuş durumda. Reddedilecek bir gelenek de pek kalmadı ortalıkta. Ve bu, birbirimizi yememizle sonuçlanıyor. Çünkü sanırım yine de biçimi ne olursa olsun bir makama gereksinim duyuluyor.
Bu şuna benziyor: Bir biçimde gerginsinizdir. Evde ayakkabınızı rahat bağlayabilmek için cep telefonunuzu koltuğun kenarına koyarsınız, ama o orada durmaz ve yere düşer, siz de sinirlenip ona söylenirsiniz. Telefonunuzun bundan ders çıkaracak hali yok ama size de kızgınlığınızı yöneltecek bir makam lazım. Benim açıklamam böyle. Eğer doğruysa, bu, bu şekilde tatmin edilemeyecek bir gereksinim maalesef.
Oysa: 2000’lerin ilk on yılındaki yeni şiir hamlesiyle (heves, ücra, poetikhars):
1) buzlar eridi, daha öncesinde linç edilmeye mahkum şiir ve sairlere tutucu şiir kamusu bir iki homurdanma dışında ses çıkarmadı;
2) korku aşıldı, bu dönemde oldukça cesur girişimleri oldu;
3) her türlü deneye girişilebilineceği görüldü ve önümüzde olası bir dünya açıldı.
İşte tam bu noktada parmaklar üretime değil de kavgaya gidiyor. Ortalığı kaplayan toz bulutu görüşü daraltıyor. Halbuki dilin ve şiirin önünde henüz incelenmemiş büyük nadas alanları var. İkinci Yeni’den beri fazla bir şey yapılmadığı için dil ve şiir bütün bu potansiyel bereketiyle öyle kenarda durmakta. Kastettiğim, dil araştırmalarının ve şiirin büyük geçmişinin bir otorite olarak alınması, mücadelelerin bu soyut ve nihai yapıya karşı verilmesi.
O gürültü patırtı her zaman hiç olmamış gibi kaybolup gidiyor, geriye verilen eserler kalıyor. Ve o eserlere ihtiyacımız var.