14 Nisan 2014 Pazartesi

enis harikalar diyarında / ömer şişman

Bir süre önce bir köhnelik dayanışmasından söz etmiştim. Evet Enis Akın (bundan sonra sana kısaca “Bay Köhne” diyeceğim), senden ve Prestij Plak ailesi dediğim saz arkadaşlarından bahsediyordum. Epeydir senden gelen haberlere uzak duruyordum, ama bir süredir zırvaların deyim yerindeyse önüme düşüyor, haberdar oluyorum.

Natama dergisinde son yazdığın yazıda, “isim vereceğim ve suçlayacağım” demişsin ama etrafımda dolandığın halde hesapçı davranarak bu eski arkadaşının ismini anmamışsın, beni bu mutluluktan yoksun bırakmışsın. Yazıda yazdıklarını ve ardından sosyal medyadaki çirkin manevralarınızı gördükten sonra, adımı hiç anmadığın halde, bu yazıya ve bu manevralara neden ihtiyaç duyduğunu herkes seni bir zamanlar yakından tanıyan birisinin ağzından dinlesin istedim.

Şiirin köhneliğe ihtiyacı yok
Üç dört yıl önce “2000’lerin kavgası sürer daha” demiştim. Ben bu paylaşım kavgasını epeydir arkama yaslanmış izliyorum. Şiirin bir değeri varsa 10 yıl sonra da olsa, 20 yıl sonra da olsa bulur okurunu, bulmasa da dert değil, şiirle başımız göğe ermedi ki şiirle çökelim. 2000’lerin paylaşımında kendime yer kapmak için senin yaptığın gibi tutup tumblr kızlarına cafe latte yanında fotoğraflanacak dergi çıkartmaya erinirim. Ama sen böyle bir dergide şiirin ağır görevini sırtlanmış abi pozlarında bize saldırıyorsun.

Seninki uyanıklık mı korkaklık mı?
Yazında bizi İtibar’la bitiştirme gayretine girmişsin. Maksadını İtibar’cılar da anlamıştır: İtibar’a ettiğin sözlerle solcuların sempatisini yedeğine alarak saldırıyorsun bize. Uyanıklık mı korkaklık mı, ne demeli bilmiyorum. Sol cenahı garantiledikten sonra başlıyorsun atışa. Yok 160. Kilometre edebi çeteymiş, yok birbirimizi alıntılıyormuşuz, tetikçiler varmış, yok bildirimiz yokmuş şu bu. Bunlara ciddi ciddi cevap vermemizi bekleyen bir sürü var bir de, iyi mi? “Argüman argüman” diye tutturdun, argüman margüman yok sana. İsteyen geçmiş dergileri, bastığımız kitapları okur, bakar, bilgilenir. Bunların hiçbiri ciddiye alınabilecek iddialar değil. Yazdıklarını ciddiye alacak bazı aynştaynları sen zaten etrafına toplamışsın, oradan devam et. Bana 10 yıl bekledikten sonra bunlarla gelme.

160. Kilometre’nin kuruluşunu senin kendine “hazır hükümranlık” arayışını hızlandırdı
Yalnız, ithamlarından biri beni düşündürdü doğrusu. 160. Kilometre için “Elbette karşımızdaki sadece bir reklam ajansıdır” demişsin. Aslında yaşın 50, gençsin, ama stres altında unutmuş olabilirsin. Belki biraz temrinle Pan Yayınları’na nasıl kapılandığını hatırlarsın. Senin manevralarınla Pan’dan ceketimizi alıp çıkmak zorunda kalınca, kendi yayınevimizi kurduk. Bu bağlamda kendini önemli ve anlamlı hissedebilirsin; arkadan iş çevirmelerin yayıncılık planlarımızı hızlandırdı. Senin “reklam ajansı” dediğin yayınevi bu koşullarda, 2000’lerde birbirine yakınlaşan çok sayıda şair ve yazarın dayanışmasıyla kuruldu, hâlâ da öyle yürüyor.

Herkes anlamayabilir ama biz çok iyi anlıyoruz, sen içinden “bunları öldürdüm sanmıştım, eyvah nabızları hâlâ atıyor” diye ağlıyorsun. Devam et ağlamaya. Seninle aramızdaki fark bu: Sen anca insan sömürmeyi bilirsin, bizse emek veririz, tırnaklarımızla var ederiz. Sen Pan’da kurulu düzende bir köşe kaptım diye sevinip vasat kitaplar yayınlarsın orada, biz 160. Kilometre’yi kurarız. Yoktan var etmek ile hazıra konmak arasında bir ruh hali farkı var.

Bir ara seni epey merak etmiştik 
Unutmadan sormak istiyorum, 2004’ten sonra sen nereye kaybolmuştun? Ne olmuştu 2004’te? Ben hatırlatayım. Patronluk yapmak istediğin gençler senin kolaylıkla gerçekleşeceğini sandığın bu arzunu birer birer reddetmişti, olan buydu. Sonraki yıllarda bir görüp bir kaybetmiştik izini: Yasakmeyve, İmgelem Çocukları, Karayazı vesaire. Aradan geçen o kayıp yıllarında heves’te, cehd’de, gak’ta, mahfil’de, ücra’da, poetikhars’ta bayağı iyi şeyler oldu. Yazık, hepsini kaçırmış oldun. Bugün talip olduğun her şey o aralar bu saydığım dergilerde oldu bitti yıllar önce. Aranızda eski bir arkadaşımız da var, ara sıra fotoğrafa boynunu uzattığını görüyoruz. Ona da selamlar, o sana o yılları içeriden bir gözlemci olarak anlatsın.

Hakkını yemeyeyim. Ara ara sesini işitirdik bu yıllarda: “Bunlarrrr var ya bunlarrr! Yakında deneysel şiir ödülü de verir bunlarrr!” Tabii, şiirde yenilik senin tapulu malındı çünkü. Yazık, sakınımlıydın da bir yandan, açıktan isim veremiyordun (hoş, şimdi de Ali Özgür Özkarcı’nın ismini verip devamına ürkmüşsün), kıyamıyorduk senin bu içli hallerine. Bari bir yuva bulsa kendine diyorduk. Karayazı’da biraz demirledin ama sanki. Kendini devrik kral zannetmekten kurtulur da şiir yazar belki dedim. Fakat takdir edersin, Dağdaki Emirler kesmedi beni. Kutsal kitap diliyle liberal damak tadına göre arabesk yapan şair hem anakronik hem hesapçı hem köhnedir. Net. Sonra işte, kekeme şiirlerden gitgide edalı arabeske evrildin, bundan hiç bahsedip seni üzmeyeyim.

Sen bir de düşünce adamıydın değil mi? 
Evet, senin bir de “düşünür” yanın vardı sahi. Düşünmek için her ne yapıyorsan, bırak lütfen. Benim oğlum bina okur döner döner yine okur: otomobil, kariyerizm, konformizm, Turgut Uyar. Sadece son otomobil ve Turgut Uyar yazıların bile yeterince acıklıyken, hem kendine hem başkalarına zulmetme daha fazla.

Hele bu son yazında bir de o arkaik “reklamcı şair” suçlamasını gündeme getirmişsin ki, dostlar alışverişte görsün. Gören de Zonguldak maden ocaklarından arkadaşımız Enis konuşuyor zanneder. Benim bildiğim şu anda sen çokuluslu Amerikan şirketinde edindiğin CEO tecrübenle bir yandan danışmanlık yapıyorsun, bir yandan da televizyondaki edebiyat programına fakslı telefonlu ofis masandan demeç veriyor, şiir komiserliği yapıyorsun. Dünyanın en uslu şairisin sanki ve bize başkaldırı dersi veriyorsun.

Çıkar dayanışması zor iş
Merak ediyorum, toplantılarınızda/dinletilerinizde biri senden beş dakika fazla konuşsa “benden rol çalıyor” diye sinir harbi yaşıyor musun hâlâ? O çok iyi bildiğim meşhur gerilime devam mı? Sosyal medyada görmüştüm, o sazlı sözlü plastik şiir okumalarınızdan (bir yandan gülerken öte yandan başkası yerine utanma olgusu da tam buralarda icat edilmişti) birinde çektirdiğiniz fotoğrafınızda sevgisizlikten, riyakârlıktan ölür gibi bir haliniz vardı. Çıkar dayanışması zor iş.

Bu kadar şamataya rağmen anlaşılamadığı için soruyorum: Peki, Natama’nın bildirisi neydi? Belli ki bir çeşit “hızlandırılmış toplumculuk” kursundan çıktınız hepiniz. Hangi kursa gittiniz? Bu “kurs görmüş toplumcu” halinizin dışında ne olduğunuzu pek anlayamıyoruz. Marie Claire kılığında bir kaybedenler kulübü tribi misiniz, köhnelik dayanışması mı? “Birbirimizi çok seviyoruz” filan diyordunuz çıkışta, bildiriniz sanki buydu. Sen arkadaşlarına tekrar tekrar âşık olduğunu ilan ediyordun. Facebook’a bir müzik koyuyordun, Cihat Duman sana “adamsın” diyordu. Sen sayfaları post-it’lenmiş bir Büyük Saat fotoğrafı koyuyordun, Cihat Duman sana “abi sen allahsın” diyordu. Siz birbirinizi histerik biçimde sevince iyi de, biz birbirimizi sevince mi batıyor? Sana mı soracağız kimi seveceğimizi, kimi nasıl ne zaman alıntılayacağımızı? Nerdeyse “mail kullanmayıp kendi aralarında mentionlaşarak haberleşiyorlar herhalde” dedirtecek kadar görünürlüğe tapınan adamlar söylüyor bize bunları. Bizi Ciddiyet Delileri diye suçlayan adamlar şimdi bizden ciddiyet bekliyor. Kendi imgesinin esiri tipler, Türk şiirinin ilk sit-com şairleri.

Şiirde itibar yönetiminin öncüsü sensin
“İtibar yönetimi” diye bir şey var, iyi bilirsin. Bunu içimizde ilk sen kullandın. Akif Kurtuluş’tan Enis Batur’a, oradan Murat Belge’ye, Orhan Koçak’tan Osman Konuk’a gitmediğin kapı kalmadı, eline ne geçti? Tam bu koşuşturma sırasında kendine bir paralel evren yaratıp Karayazı’da herkesi imzalamaya çağırdığın bir de antikariyerizm manifestosu yayımlayacağını duyurmuştun hatırlarsan. Sen böyle “konformizm”di, “güçsüzlüğü övmek”ti filan deyince komik oluyor, baştan tırnağa konformist ve güç istenciyle dolu bir adam söylüyor bunları. “Kimsesizlerin kimsesi” olmayı da översen laf koleksiyonunu tamamlamış olacaksın.

Andersen’den masallar
Bazen senin harikalar dünyana imrenmiyor da değilim, bunu da itiraf edeyim. Sana kalırsa, dünyanın en iyi dergi editörü Adalet Çutsay. Neden? Senin bir dosyanı okumuş da “Şunları çöpe at, bu kalsın vesaire vesaire” demiş. (Bunu yazmıştın bir yerlerde.) Dünyanın en önemli dergisi Edebiyat Dostları. Neden? İlk şiirlerini orada yayımladın. Hadi gençken ya da sıcağı sıcağına öyle değerlendirdin, aradan yıllar geçti Bay Köhne. İnsanda biraz izan olur. Edebiyat Dostları dediğin dergiyi ben sana anlatayım bir denklemle: Edebiyat Dostları = Akif Kurtuluş. Ki Akif Kurtuluş da Edebiyat Dostları’na gelmeden Akif Kurtuluş olmuştur zaten. Akif Kurtuluş’u çek çıkar, Edebiyat Dostları’ndan geriye ne kalır? Bir de ilk sayılarda Yalçın Küçük girip çıkıyor. Bu kadar. Ne kalmış oradan? Radikal Ankara temsilcisi Murat Yetkin mi? Edebiyat Dostları’nın yetiştirdiği şairleri Natama’ya davet etsene: İbrahim Baştuğ, Enver Topaloğlu, Kemal Durmaz vs. İyi kötü yine bir tek seni çıkarmıştır o dergi. Sakın o yüzden dünyanın en unutulmaz, bugün bile değerlerine bakarak hiza alacağımız dergisi olmasın? Şimdi de Natama, Türk şiirine makas değiştiren dergi olacak galiba. Ama bunları boşa anlatıyorum, sen böyle solipsist bir harikalar dünyasında yaşıyor, etrafına da bu masalları anlatıyorsun. Bilmiyorum kendine söylediğin yalanlara etrafını mı inandırıyorsun zamanla, etrafına söylediğin yalanlara kendini mi? Türk şiirinin en hakkı yenilmiş savaşçısı, en büyük mağduru, en prensip sahibi şairi, devrik kralı. Elbette güçsüzlüğü övüyor. Andersen’den masallar. 

Liyakat dilenmek mi demiştin, pardon?
Böyle bir yazıyı baş tacı eden zekâya seslenmek beni sıkıyor. Ya, hadi her şeyi geçtim, Berkin Elvan’ı paravan etmek nasıl bir utanmazlıktır. Liyakat dilenmek mi demiştin, pardon? 160. Kilometre’yi nerdeyse Berkin Elvan’ı öldüren polis yerine koyarken, kendini de Berkin’in cenazesini tek başına kaldıran vatan şairi filan sandın galiba. Ne acıklı, samimiyetsiz tırmalamalar bunlar. Bari kötülüğünü Berkin’le maskeleme, çık sahiplen kötülüğünü, hani güçsüzlüğü, öfkeyi filan övüyormuşsun ya, o hesap, kötülüğünle de barış.

Sen bir şeyi zararsızlaştırmadan sevemezsin 
Yalan yok, bir süredir eğlendiriyordun beni. En son Turgut Uyar’ı zararsızlaştırma gayretini (radikal mastektomi mi demiştin?), Turgut Uyar’ı Turgut Uyar yapan özellikleri soğan soyar gibi soyup elinde cücük kalışını, bir şairi ancak zararsızlaştırarak sevebilişini acımayla karışık bir gülümsemeyle okumuştum. Ha, Turgut Uyar’ı seksist bulduktan sonra umarım “seni penisimden yarattım, kıpırda” gibi kendi dizelerine de el atarsın. Erkeklikle şarj olan şiir tutumuna da.

2000’lerin en çok kazanmak isteyeni 
Mesele basit, sen 2000’lerin en çok kazanmak isteyeni ve aynı zamanda en çok kaybedenisin. Olmuyor tabii, hem kekeme şiiri ortaya at, sahipsizliği savun, hem de “bıçakla koçak bir Orhan bakışlarını yere eğmişse” diye güzellemeler yap. Kendi iddianın altında böyle böyle kendi kendini ezdin. Başka kimsede kabahat arama.

Bir söz de Natama’nın afacan aynştaynlarına








Sosyal medya şampiyonları olan sizlerin “ilkeli eleştirili” ilişkilerinizi görmekten içim dışıma çıktı. Valla, bizim şiirler size, sizin şiirler bize geçse, Taksim’de sallandırmıştınız bizi. O şiirlerinize rağmen ağzınız bu kadar iyi laf yapıyor, sonra reklamcı olan biz oluyoruz. Reklamcılık bir ruh halidir, o da sizde doğuştan var maşallah. Cihat Duman’ın ayak tabanından nasıl menemen pişirdiğine kadar her şeyi naklen izliyoruz.

Daha kendiniz hakkında bir fikir sahibi olmaktan âcizsiniz. Örneğin Cihat Duman, Mehmet Davut Özdal’ın mizahı kullanarak hazır dile konduğunu sorguluyor. Yahu senin varoluş temelin mizah, ne diyorsun, bak şu konuşana. Hele 2000’leri tahlil etmeye çalışan Davut Yücel’in Türkçesine ne demeli: “... görsel şiir, heyecanını yitirmiş, kösnül bir hal aldı bugün.” Kösnül derken? Ya kösnülün anlamını bilmiyorsunuz ya da görsel şiir “heyecanını yitirmiş, erotik bir hal” almak gibi anlamlandıramadığımız bir şeyi başardı bugün. Yazık, sözlük al şu çocuklara, istersen bizim reklam ajansından gönderelim.

Sana ayrılan sürenin sonuna geldin
Ali Özgür Özkarcı 3 yıl önceki bir tartışmada senin gibi birine “Bir şiire ancak bir şiir kan kusturabilir” demişti. Sen de bunu anlayamayanlardansın. Seninle aramızda nesnel bir fark var: şiirimiz. Sen bir edalı arabeskçi oldun çıktın. Şiirde karşı olduğumuz her ne varsa onun modifiye halini temsil ediyorsun. Bu halinle (ya da bu halin yüzünden) bir de durmaksızın birilerine hınç ve haset duyuyorsun. Senin için yapabileceğimiz hiçbir şey yok, seninle son konuşmamı da burada bitiriyorum, şimdi gerek tenbelheyven’den gerek “Ah o tasarım nedir/Mutlaka okunmalı” tadında övgüler düzdüğünüz derginden saldırmaya başlayabilirsin. Ama artık şunu bil Bay Köhne: sana ayrılan sürenin sonuna geldin.